11 Ocak 2009 Pazar

Hüzünlü Pazar

Halsizim, boğazlarım şiş, hastayım. Bir hafta sonra finallerim başlıyor. Mevsimlerden kış. Hava çok karanlık. Ve en kötüsü: Günlerden pazar!

Pazar günlerini bütün hafta yoğun çalışanlar dışında kimse sevmez sanırım. Hele çocuklar için, bir de mevsimlerden kışsa bütün gün işkencedir pazar. Oh Holy Sunday! Garfield’ın pazartesilerinden bile çok daha kötü benim pazarlarım. Ertesi gün okulun olduğu bilinci bütün gün kemirir beynimi. Okul fobim yoktur ama Pazar günlerinden nefret etmek için fobiye de ihtiyaç yok ki!

90’larda küçük bir çocuk olmak da pazar günlerine ayrı bir acı yükler sanki. Annemiz ve babamız eğitimci olduğu için, evde yapılan neredeyse her faaliyet pazartesi gününün ve bütün hafta içinin okul hazırlığı olur. Sabah kahvaltılarında izlenen TRT belgesellerinin hiçbir faydası yoktur. Hele bazen bu Pazar sancıları babanın Star Tv’de “Kırmızı Koltuk” izlemesiyle iyice artar. Bütün gün ateri veya bilgisayar açılamaz. Çünkü ertesi gün okul vardır ve cumartesi gününün o serbestliği bir anda yok olmuştur. Ödev olmasa bile zorla derse oturturlar seni. Bazı pazarlar, hava güzelse, sabahtan televizyonda izlenilen Avrupa ligi maç özetleri ile ufaktan gaza gelinip dışarı top oynamaya gidilir. Ama “çıkılan” maçlarda ne kadar eğlenirseniz eğlenin, çocuklar için alarm zili niteliğindeki akşam ezanını duyduğunuzda, baş öne eğik, bütün haftanın kiriyle eve girersiniz.

İşte kaçınılmaz son: Banyo…

Anneyle banyoya girilir. Tabi o zamanlar yaşadığım yerde duşa kabin gibi teknolojik şeyler olmadığından, önce kazana kömür atılır.Sonra kovaya su doldurulur ve o bunaltıcı sıcakta annenin direktifleri ile banyo yapılır. Sizde var mıydı bilmiyorum ama annem beni her hafta keselerdi. Oh Holy Sunday! Her banyoda, kızarmış vücuduma dökülen suyla temizlenmenin o dayanılmaz acısını hissederdim. Annem hep anlatır, dalga geçer benimle: Eskiden her keselenme seansında kızarmışım. Büyüyüp başbakan olduğumda keseyi yasaklayacağımı söylermişim. Aklıma geldikçe hala gülerim. Ama bu mücadelem, protesto gösterilerim kazanımla sonuçlandı ve artık iki haftada bir keselenmeye başladığımı hatırlıyorum. Bunu da belirtmeden geçmeyeyim.

Banyo biter. Herkes paklanır. Akşam yemeği yenir. Herkes oturma odasının bir köşesine yerleşir. Ben ders çalışmaya başlarım. Annem ütü yapmaya başlar. Babam ya yazılı okur, ya da ders planı yazar. Odamız yeterince buharlanınca annem de babama katılır. Ablamla kavga ederiz biz de boş durmamak için.

Ancak asıl belirtmek istediğim konu, Pazar geceleri iyice çekilmez yapan ama acı verdiği gibi ağızda da hoş bir tat bırakan televizyon programlarıdır. Evet arkadaşlar. Tabii ki “Bizimkiler” dizisinden ve “Parlament Pazar Gecesi Sineması”ndan bahsediyorum. O içten, sıradan hayatın bir kesitini sunan “Bizimkiler” ile televizyonda ilk kez yayınladığı filmleriyle “Parlament Pazar Gecesi Sineması”… Ve ikisinin de ortak özelliği, ikisi de bitince yatmak zorunda kalmanız.

Moral bozukluğu içinde yatağa girilir. Anneniz üstünüzü örter, yanağınızdan öper, ışığı kapatıp odadan çıkar. Böylece o karanlıkta tertemiz nevresim takımıyla baş başa kalırsınız. İşte bu yüzden temiz nevresim takımları bana Pazar gecelerini hatırlatır. Temiz olmanın o dayanılmaz acısı…

Pazar günlerini fazla mı büyütüyorum bilmiyorum…
Son olarak sizinle bir şarkıyı paylaşmaktan “kıvanç” duyarım. Parçanın ismi “Gloomy Sunday” :) . Macar bir besteciye ait. Sevgilisi için bestelemiş bunu ve şarkı o kadar karamsarmış ki kadın bunu dinledikten sonra intihar etmiş. Parça radyoda yayınlandıktan sonra intihar vakaları da olmuş. Ardından parça hemen yayından kaldırılmış…Ah bu Pazar günleri!!!

Not: Şarkıyı dinlemek için biraz bekleyeceksiniz. Baştaki İngilizce açıklamalar sırasındaki çalan müzik başka bir müzik.

Hiç yorum yok: